Nikola Tesla: Hepinizin de ismini sık sık duyduğu, bugünlerde Elon Musk’ın ürettiği elektrikli arabaya ismini verdiği, tarihin en değerli mucitlerinden biridir. Tesla Sırbistan kökenlidir ve 1856 yılında doğmuştur. Elektrik gücünü kablosuz olarak iletme konusunda başarılı deneyler yapmıştır. Toprak bataryası üzere fikirlerin babasıdır. Fikirleri bugün kullanımda olan pek çok teknolojinin üretilmesine yol açmıştır.
Bunlar ortasında floresan, radar ve bugün tıpta kullanılan manyetik rezonans (MR) teknolojisi bunlardan bazılarıdır. Irmaklarda akış halindeki ya da barajlarda birikmiş suyun tüneller yoluyla akıtılmasından kaynaklı kinetik gücünün elektrik gücüne dönüştürülmesini Tesla sağlamıştır. Tesla New York’ta JP Morgan ile de bir müddet finansman konusunda görüşmüş, onun yemeklerine katılmıştır. Tesla’nın topraktan ve tabiattan elektrik üretme sistemine karşı JP Morgan şaşkınlığını bir işveren olarak şöyle lisana getirmiştir: “Fikir yeterli de, buna nasıl sayaç takacağız?” Bir mucit ve paragöz bir işveren ortasındaki farkı en güzel anlatan cümle bu olsa gerektir.
Kazandığı paraları kullanma mahareti olmayan Tesla borç içinde ölmüştür. Bu nedenle, ömrünün sonlarına yanlışsız sabit bir meskeni olmamış, otellerde yaşamış, vefatından geriye pek çok borç bırakmıştır. 7 Ocak 1943 yılında, 86 yaşında, New Yorker Oteli’nde ölmüştür. Vefatının nedeninin kalp yetmezliği olduğu otopsi raporuyla açıklanmıştır. Vefatından sonraki günlerde kaldığı otel Amerikan istihbaratı tarafından basılmış, otelin kasalarında bulunan Tesla’nın bütün evraklarına el konmuştur. O gündür bu gündür bu evrak ve dokümanlardan haber yoktur…
MUCİT MİSİN, BAŞIN DERTTE
Stanley Meyer: 1970’lerde bildiğimiz içten yanmalı araçlara emsal içten yanmalı motor yaptı. Bu motor imal etti ve karasörünü kendi yaptığı bir araca monte ederek aylarca bu motorla olağan asfalt yollarda sürüş yaptı. Medyayı davet etti, sürüşüne medya organlarından insanlarda katıldı ve aracıyla yollarda görüntüye kaydedildi. İcadı değerliydi, zira dünyamızda fazla ölçüde bulunan bildiğimiz suyla çalışan, çevreyi kirletmeyen bir motor yapmıştı. Bir bardak suyla akıllara sakinlik verecek seviyede güç üretmek mümkündü. Motorunun patentini almak istedi, başına gelmeyen kalmadı. Bilim insanları devreye sokuldu. Bilim insanları ve üniversite profesörleri sudaki hidrojen ve oksijenin ayrıştırılmasının bu kadar kolay bir sistemle mümkün olamayacağını argüman ettiler. Amerikan devleri devreye girdi, hakkında soruşturmalar açıldı. Patent ofisi motor hakkında patent vermeye direndi. Sonuçta Stanley Meyer 1998 yılında bir restoranda yediği yemekten sonra oracıkta öldü. Zehirlendiği anlaşıldı…
Edvin Gray 1925 doğumlu Kaliforniya’lı bir mucitti. Kendi eforuyla ürettiği mıknatıs motoruyla 1970’lerde medyanın oldukça ilgisini çekti. Kendisi ve mıknatıs motoru hakkında medyada oldukça habere bahis oldu, zira sınırsız bir güç kaynağı icat etmişti. Gray’in elektrik motoru 26.8 vatlık bir giriş gücüne karşılık 7.460 vat çıkış gücü üretiyordu. Motorunu tekraren kamuya açık platformlarda test etti. Medya Gray’i çağdaş vakitlerin Nikola Tesla’sı olarak lanse etti. Motorunu üretbilmek için finansman teşebbüslerine başladı. Büyük şirketler yeni motora para yatırmayı reddetti. Kamuoyuna açık pay temelli finansman süreçlerini başlattı. Neredeyse 2 milyon dolara yakın bir parayı da denkleştirmişti ki Kaliforniya savcılığı hakkında bir soruşturma başlattı. Laboratuvarı basıldı, bütün çizimlerine ve laboratuvar gereçlerine el kondu. Hakkında açılan soruşturmanın münasebeti sahtekarlık ve dolandırıcılıktı. Sıhhati pek yerinde olmasına karşın 1989 yılında kalp krizinden öldü. Patent müracaatlarının dokümanları ve o vakte kadar yaptığı bütün çalışmaların kayıtları ve ürettiği demo modeller kayboldu…
Andre Slobodian: Rus mucit. Edwin Gray’in bulduğu teknolojiye emsal biçimde mıknatıslara dayalı geliştirdiği motorla sonsuz ve pak bir güç kaynağı keşfettiğini ileri sürdü. Fikrinin çalışan demosunu da yaptı ve kamuya açık platformlarda tekraren denedi. Hatta ürettiği motoru kullanarak kendi meskeninin elektriğini üretti. Lakin fikrinin ticari bir esere dönüştürülmesi için beklediği finansman kaynağını bir türlü elde edemiyordu. Sonuçta Güney Kore’li bir şirketle motorun ticari olarak piyasaya sunulması konusunda anlaştı. Üretim süreçlerine etkin olarak katılabilmek için Güney Kore’ye taşındı. Bütün süreçler 2020 yılında önemli zorluklarla müsabakaya başladı. Hakkında dolandırıcılık ve sahtekarlık nedeniyle çeşitli davalar açıldı. Ve 2020 yılında konutunda meyyit olarak bulundu. Vefat denedi kalp kriziydi. Meğer Slobodian çok sağlıklı bir kişiydi, rastgele bir kalp sorunu da yoktu. Vefatından evvel başlayan süreç vefatıyla birlikte sonladı, motor üretimi durdu, yaptığı çalışmalar ait çizimler, demolar ve dokümanlar kayboldu.
Eugene Mallove: 1947 doğumlu. Harvard ve MIT eğitimli. Seçkin bir bilim adamı ve müellif, soğuk füzyonun en sesli savunucularından biriydi. 1980’lerin sonlarında Mallove, soğuk füzyon tartışmasında öne çıkan bir figür haline geldi. Olumlu sonuçlar veren birinci deneylerin, kurumsal önyargılar ve güçlü enerji şirketlerinin baskıları nedeniyle ana akım bilim insanları tarafından vaktinden evvel reddedildiğini argüman etti.
Üniversitenin soğuk füzyon araştırmalarını itibarsızlaştırmak için bilgileri manipüle ettiğini argüman ederek MIT’deki misyonundan istifa etti. Mallove, hayatının birçoklarını bu potansiyelin savunuculuğuyla geçirdi, “Buzdan Ateş” kitabını yayınladı ve alternatif güç alanındaki atılımlara adanmış bir mecmua olan “Infinite Energy”yi kurdu.
Mayıs 2004’te Mallove, Norwich, Connecticut’ta çocukluğunun geçtiği konutun önünde dövülerek öldürüldü. Polis başlangıçta cinayeti kiracılarla ödenmemiş kira konusunda yaşanan bir uyuşmazlığa bağladı. Fakat, tam da soğuk füzyona olan ilgiyi canlandırma uğraşlarında ivme kazanırken, mevt zamanlaması kuşku uyandırdı.
Mallove, güç şirketlerini ve devlet kurumlarını, fosil yakıt sanayisinin kârını korumak için soğuk füzyon araştırmalarını taammüden sabote etmekle suçlamıştı. Alternatif güce yönelik amansız uğraşı ve isminin prestiji, onu hem hayranlık hem de düşmanlık gayesi haline getirdi. Cinayetinin vahşeti, tartışmalı çalışmasıyla birleştiğinde birçok kişinin vefatının tesadüf olmaktan çok uzak olduğundan şüphelenmesine yol açtı.
Thomas Henry Moray: 1892 Utah’ta doğdu. Katı hal algılama sistemleri kullanarak başlangıçta sıfır güç talep eden, ama 50 kilovat güç üreten bir aygıt geliştirdi. Aygıt yaklaşık 25 kilo ağırlığındaydı bir kutuydu. Onlarca insan Moray’in aygıtıyla yaptığı deneme şovlarına katıldı ve teknolojiye tanıklık etti. Ruslar birkaç sefer kendisini kaçırma teşebbüsünde bulundu. Moray’e karşı birkaç suikast teşebbüsünde bulunuldu. Sonuçta iflas etmesi ve fikrinden vazgeçmesi sağlandı.
Joseph Newman1936 Alabama doğumlu… Geliştirdiği elektrik motoru ile 17 watt girdi gücüyle 200 watt çıktı elektriği ürettiğini sav etti. Ürettiği elektrik motoru tekraren patent ofisi tarafından reddedildi. Patent ofisinin onaylamama münasebeti makinenin bir “devridaim” makinesi olduğu argümanıydı (Amerika patent ofisi bir icadı “devridaim” makinesi (Perpetual motiaon) olarak etiketliyorsa bu patentin reddedileceği manasına gelmektedir). Newman 2015 yılında 78 yaşında öldü.
Charles Brown, Batı Virginia’da 1922 yılında doğdu. Amerikan ordusundan yarbay rütbesiyle emekli oldu. İçten yanmalı motorların nemli havalarda daha verimli çalıştığına ait yaptığı müşahede sonucunda karbüratöre takılan bir nemlendirici filtre icat etti. Varolan motora konulan bir filtrenin yalnızca farklı bir versiyonunu yapmıştı ve tüketiciye maliyeti de son derece ucuzdu. Lakin bu teknoloji hiçbir vakit yaygınlaştıramadı. Amerikan araba üreticileri bu tıp eklentilerin kullanılması halinde aracın garantisinin düşeceği ile tüketicileri ve yetkilileri tehdit ettiler. Amerikan Çevre Koruma Ajansı bu yeni teknolojiye müsaade vermedi. “Amerikan Etraf Müdafaa Ajansı’nın çevreyi korumaktan fazla bir polis teşkilatı olduğunu düşünüyorum” dedi. Süreç içinde bu emekli yarbayın laboratuvarı birkaç sefer atağa uğradı ve laboratuvar büsbütün yerle bir edildi. Dikkatinizi çekerim: Brown’un geliştirdiği araç bir parasız ve sınırsız bir güç üretme aracı da değildi, yalnızca bir yakıt tasarruf aracıydı.
Floyd ‘Sparky’ Sweet: 1912 yılında Connecticut’ta doğdu. Hem okudu hem de Genaral Elektrik’te çalıştı. Elektrik mevzularına doğuştan bir ilgisi ve yeteneği vardı. 1969’da MIT’den master derecesini aldı. 1988 yılında 0.3 mikrovat güç girdisiyle 223.710 watt (223 kilowatt) güç çıktısı elde etmeyi başardı. Bu icada “vakum triyot amplifikatörü (VTA)” ismini verdiler. İlerleyen vakitlerde bu yükseltecin (amplifikatör) yer çekimini yenerek yerden yükselmeyi sağladığını da gördüler. Bu icat uzun ömürlü bir süt kutusu büyüklüğündeydi.
Floyd Sparky Sweet’in başına da oburlarının başına gelenler geldi. Takip edildi, yüzlerce tehdit telefonu aldı. Bir defasında tüfekle vuruldu, lakin hayatta kaldı. Kalp krizi geçirdi ve kalp ameliyatı oldu. Eşinin anlattıklarına nazaran vefatından bir gün evvel, akşam üzeri 5 sıralarında meskenlerine iki yabancı geldi. Kapıda Sparky ile konuştular. Sparky içeri girdi ve bir saat kadar sonra kahve içerken yere düştü. 75 yaşındaki eşi kendi çağırdığı ambulansa alınmadı. 20 dakika kadar sonra eşini telefonla arayan ambulans vazifelileri eşinin öldüğünü söylediler. Sparky’nin icadı hiçbir vakit hayata geçmedi. Eşi, vefatının sonraki günü konutlarına iki siyah minibüsle FBI’dan olduklarını söyleyen bireylerin geldiğini ve eşinin bütün evraklarını ve laboratuvarındaki çalışmalarını aldıklarını söyledi. Sparky Sweet’in ortağına nazaran güç cihanın her yerindedir. Kelamı edilen güç bir mağaranın tabanında de insan kullanımına hazırdır..
1902 yılında Stubblefield isminde bir mühendis, Stubblefield çiftliğinde Nikola Tesla ile birlikte bir toprak bataryası (Stubblefield bataryası) yaptılar. Toprağa gömdükleri metal çubuklarla ve bu çubuklara bağlı kablolarla topraktaki manyetik akışkan alan gücünü toplayarak elektrik gücüne dönüştürdüler ve bu çiftliğin gereksinimi olan enerjiyi bu yolla ürettiler.
1971’de yayınlanan bir listeye nazaran o yıllarda %20 verimlilikte çalışan fotovoltaik teknolojisi geliştirilmişken bugün kullandığımız fotovoltaik teknolojisi lakin bu düzeye yeni gelmiştir ve %25 verimlilikle çalışmaktadır. Meğer 1971’den bugüne 55 yıl geçmiştir.
BİZDEN ÖRNEKLER
Haluk Özdil Ünal isimli bir mucit suyla çalışan bir motor yaptığını ileri sürüyor. Finansman ararken bir işadamı fikirle ilgileniyor. Ankara Oteli’nin barında buluşmak üzere sözleşiyorlar. Barda görüşeceği iş adamını beklerken kendisine içecek bir şeyler söylüyor. Çok geçmeden yanından geçen birisi Ünal’a omuz atarak geçiyor. Sonra da “bana niçin omuz attın” diyerek Haluk Özdil Ünal’a sataşıyor ve orada silahla Ünal’ı vuruyor. Haluk Özdil Ünal oracıkta ölüyor..
İhlas haber ajansına nazaran Gaziantepli oto tamircisi Murat Ağbaş petrol savaşlarını bitirecek bir buluşa imza attı! Ağbaş, araçların yüzde elli suyla çalışması sağlayan bir sistem geliştirdi. 3 araçta yaptığı denemede başarılı sonuçlar elde eden Ağbaş’ın eklentisiyle araçlar 2 litre suyla 70 kilometre yol yapıyor.
ŞEYTANIN SOR DEDİĞİ
Muammer Yıldız, 1962 Tokat doğumlu. Emniyet amiri ve mıknatıs motorlarıyla ilgili çalışmaları var. Youtube’da görebileceğiniz çalışan demoları var. Ürettiği mıknatıs motoru bir mikrodalga fırın büyüklüğünde. Çalışan bu teknoloji neden bir Türk ya da yabancı firma tarafından seri üretimle piyasaya sürülmez? Karşılığı üstte.
Erke dönergeci: 2006 yılında adeta Türkiye ayağa kalktı. Üst seviye emekli generaller üzere daha pek çok üst seviye emekli bürokratın da katılacağı bir medya tanıtımında “erke dönergeci” tanıtılacaktı. Basına açık toplantı yuapıldı. Erke firmanın ismidir. “Dönergeç” perpetual motion yani devridaim makinesi karşılığı bir sözdür. Bu basın açıklaması yapıldı ve motor tanıtıldı, lakin Erke dönergeci bir türlü hayata geçmedi. Sanki ne oldu?
Önder Yol: Türk mucit ve teşebbüsçü. Youtube’da yapılan şovlarına nazaran tam olarak fonksiyonel olan ve bugün kullanımda olan bütün içten yanmalı motorla çalışan traktörlerin yaptığı işi yapan elektrikli traktörün mucidi. Teknoloji hazıri demoları çalışıyor. Bu buluşun bölümü sallamaması ne makus. Hem ucuz hem daha verimli bu traktör neden süratle piyasaya çıkmadı ve dünya pazarlarını istila etmedi?
Yukarıda ülkemizde olan bir iki işe değindik. Bu teknolojiler neden piyasaya sürülemez ve yaygın kullanım aracı olamaz? Amerika’da güçlü karteller var, tamam da, bizde bu teknolojiler neden piyasada yer bulamıyor?
MUCİTLERİN TEMİZLENMESİ NEYE YOL AÇTI
Son yüz yıldır önemli bir böcek soykırımı yaşanmaktadır. Evvelce bir yerden bir yere giderken ön cama çarpan böceklerden önümü göremez hale gelir, sık sık sileceklerimizi çalıştırırdık. Artık bu durum kelam konusu bile değil. Son yüz yılda muhafazakar bir kestirimle böceklerin %80’inin soyu tükenmiştir. Şu anda dünya sularındaki balinalar 20. yüzyılın başındaki balina sayısının lakin %10’u kadardır. Her gün 150’ye yakın böcek ve öteki cins canlı yeryüzünden siliniyor. Endüstrileşmenin son sürat sürdüğü 20. Yüzyıl ve içinde bulunduğumuz yüzyıl gezegenimizin şuurlu bir formda ve sistematik olarak yok olmaya sürüklendiği bir periyottur. Bu ivme denetim altına alınmaz ve işler bu türlü sürerse buzulların erimesi nedeniyle yakın gelecekte okyanusların yaklaşık 50 cm yükseleceği iddia edilmektedir The Lost Century Belgeseli’nden).
Küresel dünyanın kıymetli kartelleri ülkelerde güç hiyerarşisinin en doruğunda yer alıyorlar. Örneğin Exxon’un CEO Rex Tillerson Lider Trump’ın birinci periyodunda lider yardımcısı olarak misyon yaptı. Elon Musk üzere dünyanın en zenginleri ikinci Trump periyodunda Amerikan devletinin idaresinde kıymetli konumlara geldiler.
Bu global karteller etraf ve global ısınma konusunda kamuoyunu yanlış bilgilendiriyorlar, zira çok güçlüler, medyanın kıymetli bir kısmını da denetim ediyorlar. Denetim edilen kaynaklar ortasında bilimsel kuruluşlar ve üniversiteler de var.
Bugün bütün dünyada güç son derece değerlidir. Uzak bölgelere gücün iletilebilmesi kolay değildir, pek çok altyapı yatırımına muhtaçlık vardır. Güç bugün ürettiğimiz besin ve endüstrinin en temel girdisidir. Güç pahalandıkça tükettiğimiz her şey değerli hale gelmektedir. Bugün dünyada yoksulluğun en kıymetli nedenlerinden birisi gücün kıymetli olması ve eşitsiz dağılmasıdır.
Önümüzdeki 10-15 yılda 30 ila 130 milyon insan ülkelerindeki iklim değişikliği nedeniyle ekmeğe muhtaç derecede yoksulluğa sürüklenecek. Bugün 3 milyar insan yaktıkları ateşin üzerine tencere yahut çaydanlık koyarak yiyecek ve içeceklerini hazırlıyorlar. Bu inanılmaz derece ağaç ve orman zayiatı demek. Daha da berbatı, bu insanların yaşadığı topraklar arazi geliştirme projeleri yoluyla ellerinden alınıyor, bu beşerler süratle kasabaların ve kentlerin çeperlerine itiliyor. Kent ve kasabalarda yoksulluk katlanarak artıyor. Kasaba ve kentlerin çeperlerine sürülen bu fakir beşerler global sermayenin ucuz işgücü haline getiriliyor. Bütün bunlar insanlık açısından giderek bir travma haline geliyor. İntiharlar ve depresyon oranları katlanarak artıyor, cürüm oranları yükseliyor, beşerler süratle kendilerine ve etraflarına ziyan vermeye başlıyorlar.
Enerji sorunu çözülmeden dünyaya adalet ve eşitliğin gelmesi mümkün değildir. Dünyanın aşikâr bölgelerinde beşerler ve bilhassa çocuklar yoksulluk, vitamin eksikliği ve hastalıklardan öleceklerdir. Bu manada, bugünkü güç siyasetleri tıpkı vakitte bir nüfus planlaması olarak fonksiyon görmektedir. Dünyada çölleşme artmaktadır. Bütün dünyada yok olan kaynaklar ve etraf felaketleri nedeniyle su en stratejik kaynak haline gelmiştir.
Oysa, daha eşit, sağlıklı, adaletli, yoksulluğun olmadığı bir dünya yaratmak mümkündü. Bu da üstte hikayeleri anlatılan mucitlerin geliştirdikleri teknolojiler yoluyla mümkün olacaktı. Bu teknolojilerin daha gelişmeden toprağa gömülmesi dünyamızda savaşkan, çıkar hırsı ve kar peşinde koşan, vakit zaman ırkçı eğilimlerini açığa vuran ayrıcalıklı ve denetim dışı bir sınıfın becerisidir. Bu global çete bizi başrolünü 1998 Jim Carey’nin oynadığı “Truman Show” üzere oluşturulmuş, kurgulanmış geçersiz bir gerçeklik içinde yaşatmaktadır.
KAYIP YÜZYIL
Bütün bunlar hakkında bilgiyi Youtube’da fiyatsız olarak izlenebilen bir belgeselde bulabilirsiniz: Kayıp Yüzyıl (The Lost Century: How to Reclaim It). Üstte hikayesini anlattığım mucitlerin birçoklarının icatları ve başlarına gelenler bu belgeselde anlatılıyor. Belgesel Dr. Steven Greer’ın çalışmalarına dayanıyor. Sineması kesinlikle izleyin. Sinema aslında 1 saat 46 dakikalık gerçek olaylara dayalı bir serüven sineması adeta. İnsanlığın yüz yıllık serüveni. İnsanlığın nasıl kandırılıp, şuurunun, biliminin, üniversitelerinin, bilim insanlarının, medyasının ayrıcalıklı ve saklı bir sınıf tarafından kandırıldığının hikayesi var bu belgeselde.
Steven Greer bir travma hekimi ve ufologist. Youtube’da pek çok aydınlatıcı programı var. Temel savı şu: Dünya ötesi canlıların dünyayı ziyaret ettiği katidir. Bu ziyaretçilerle temas da kurulabilir. Barışçı ve insanlığın lehine çalışan bu dünya ötesi varlıklar dünyayı makûs niyetli, nükleer yanlısı, çevreyi kirleten, hasebiyle içinde yaşadığımız bu dünyanın sonunun gelmesine hizmet eden dünyalıları dolaylı yahut direkt yollarla engellemeye çalışmaktadırlar.
Bunların başında nükleer savaş tehlikesi gelmektedir. Bu varlıklar sahip oldukları teknoloji ile vakit zaman nükleer füze başlıklarını fonksiyonsuz hale getirmektedirler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu varlıkların dünyamızla ve insanlıkla teması artmıştır. Beşerler tarafından düşürülen yahut tabiatıyla düşen bu uçan cisimlerin teknolojisi ileri teknoloji ülkeleri tarafından bilakis mühendislik yoluyla kopyalanmıştır.
Şu anda, insanların kopyalayarak ürettiği bu cisimler vakit zaman kendilerini göstermekte, lakin bunlar bize dünya dışı varlıklar olarak algılatılmaktadır. Daha da kıymetlisi, dünyanın önemligelişmiş ve endüstrileşmiş ülkelerinin hükümetleri, başta ABD, bu dünya dışı varlıkları bize makus, ziyanlı ve düşman olarak tanıtmaktadır. Bubu da en başta sinema sanayisi ile yapmaktadır. “Independence Day” gib sinemalar Hollywood üretimi uzaylıları şeytanlaştıran filmlerdir. Dünya dışı bu varlıkların insanlığa düşman olduğunu desteklemek için vakit zaman bilakis mühendislikle insanların ürettiği bu uçan cisimler insanları kaçırmakta ya da dünyanın aşikâr yerlerinde hayvanların, bilhassa sığırların” parçalanması üzere aksiyonlara girişmektedirler. Bunlar daima dünya dışı varlıkların insanlığa düşman olduğu izlenimini yerleştirmek için gerçekleştirilmektedir.
ÇILGIN MUCİT SENDROMU
Steven Greer, Kayıp Yüzyıl belgeselinde başına garip şeyler gelen mucitlerin yaşadıklarından yola çıkarak ve Amerika derin devletinin sistemlerini ortaya koyarak mucitlere tavsiyelerde bulunmaktadır. Dr. Greer mucitlerin başına gelen şeylerin temel nedeninin “çılgın mucit sendromu” olduğunu söylüyor. Zira bu mucitler geliştirdikleri teknolojilerle varlıklı ve ünlü olacaklarını düşünüyorlar; çizim ve demolarıyla çabucak patent ofisinin yolunu tutuyorlar. Bu mucitler dünyanın steril bir yer olduğunu, adaletin karar sürdüğünü, yeni fikirlerin ve teknolojilerin havada kapıldığını düşünüyorlar.
Oysa gerçek bu mucitlerin sandığından çok çok farklı. En kolay haliyle, Amerikan patent ofislerinin tamamında en az bir askeri istihbarat elemanı vardır. Tek tek ülkelerde ve global ölçekte çok parası olan, çok güce hükmeden, hükümetleri bile denetim eden örtük bir çıkar kümesinin olduğunun farkında değiller. Bütün 20 yüzyıl boyunca daha uygun, daha varlıklı, daha eşit bir dünya yaratmamıza imkan sağlayacak pek çok yeni fikir bu çıkar örgütlerinin açık ve örtülü operasyonlarıyla mezara gitmiştir.
Steven Greer’a nazaran mucitlerin yaptığı ikinci kusur icatlarıyla ilgili detayları çalınacağı kaygısıyla paylaşmayıp kendilerine saklamalarıdır. Bu aslında ölümcül bir yanılgıdır, zira saklanan sırlar bu mucitlerin başına bir şey geldiğinde mucitlerle birlikte mezara gitmektedir. Greer’ın önderlik ettiği “Açık Et” (disclosure) hareketi tam da buna yönelik bir teşebbüs. Mucitler icatlarını süratle medyaya ve öteki kanallarla detaylarına varana kadar kamuoyuyla paylaşırlarsa aslında kelamı edilen çıkar etraflarının operasyonlarına daha az maruz kalırlar. Açık Et (disclosure) hareketinin hedefi da büsbütün budur, açık etmek yoluyla gaye olmaktan kurtulmak. Mucitlere, icatlarını kamusal hale getirerek muhafaza altına alabilecekleri bir network sağlamak asıl maksattır.
MUCİTLERİ KARALA
Belgeselde de sık sık yer verildiği üzere, icatlar konusunda bilim insanları ve üniversiteler de devreye sokulur. Lakin beklediğimiz üzere olumlu bir maksat için değil. Bu bahiste iki süreç işler: Kullanılan en ahlaksız yollardan birisi kartellerin kontrolünde olan bilim insanlarını devreye sokarak icadı ve mucidi kötüleyici, aşağılayıcı raporlar yahut haberler yaptırılmasıdır. Bu metot doğal olarak satın alınmış bilim insanları ve üniversiteler yoluyla yapılır.
İkinci süreç daha biraz daha paktır ve beğenilen görülebilir. Hikayelerine de değindiğimiz pek çok mucidin icatları hükümran bilim paradigmasının temel prensiplerini, temel kuantum maddelerini ve termodinamiğin temel prensiplerini ihlal etmektedir. Bu durum, hükümran temel bilimler paradigmasının aslında yetersizliğini sergilemektedir. Tahlil ise hâkim bilim paradigması yerine yeni bir bilim paradigmanın üretilmesidir. Bu durum da bilimsel yerleşik anlayış ve inançlar açısından hiç kolay bir iş değildir. Örneğin bir icat “perpetual motion” ya da “dönergeç” ya da devridaim güç etiketini yiyorsa bilim insanları ve patent ofisleri bu icadı incelemeyi bile reddediyorlar. Perpetual motion ya da dönergeç bilimde adeta bir günah muamelesi görüyor. Halbuki, verdiğimiz pek çok örnekte şu ana kadar bu maddeyi ihlal eden onlarca icat ortaya çıkmıştır.
Kayıp Yüzyıl’da 1919’da yerçekimini yenen ve G-Machine (Yerçekimi Makinesi) olarak isimlendirilen makinelerin yapıldığına ait haberler de husus ediliyor. Dahası, UFO ya da dünya ötesi canlıların kullandığı teknoloji 1950’lerden beri biliniyor. Şimdiye kadar Amerika dahil muhakkak başlı dünya güçleri tarafından 100’e yakın dünya ötesi uçan nesnelerin ya düştüğü ya da düşürüldüğü biliniyor. Birinci kez 1954 yılınsa ABD askeri güçlerinin düşürdükleri dünya ötesi canlılara ilişkin uçan bir nesneyi bilakis mühendislik yoluyla kopyaladığı ve bugün bu teknolojinin ABD’nin elinde olduğu ileri sürülüyor (1951 Roswell Vakası). Bugün, dünya ötesi canlılara ilişkin uçan nesnelerin sıfır noktası gücü (zero point energy) ile uçtuğu biliniyor. Bu sonsuz ve ücretsiz bir güç kaynağıdır. Bugün bu teknolojiye dayalı uçan araçların ABD’nin zımnî askeri güçleri tarafından uçurulduğu sav ediliyor.
ASKERİ-SANAYİ KOMPLEKSİ
Kayıp Yüzyıl’da ima edilen, fakat tekrar Steven Greer tarafından çekilen “İnkar Edilen” (Unacknowledged) isimli belgeselde açık açık söylenen bir mevzu daha var. Greer’a nazaran, Amerikan “derin devleti” birinci kez Lider Dwight Eisenhower tarafından lisana getirilmiştir. 17 Ocak 1961 yılında başkanlığa veda konuşmasında Lider Eisenhower Amerikan halkını askeri-sanayi kompleksinin egemenliğine karşı dikkatli olunması konusunda uyarmıştır. “… muazzam (bir) askeri kuruluş ile büyük bir silah sanayisinin bir ortaya gelmesi Amerikan tecrübesinde yeni bir şeydir… Lakin bunun önemli sonuçlarını kavramaktan geri kalmamalıyız… Hükümet kurullarında, askeri-endüstriyel kompleks tarafından, … haksız nüfuz edinilmesine karşı dikkatli olmalıyız. Yersiz gücün felaketle sonuçlanma potansiyeli vardır…”
Steven Greer İnkar Edilen”de (Unacknowledged) tam da buna işaret etmektedir. Bu örtük gücün uzun vakittir pek çok Amerikalı tarafından bilindiğini işaret ederek bilhassa dünya dışı varlıklar, onların teknolojileri ve insanlık hakkındaki niyetleri konusunda Lider Clinton ve Lider Obama ile görüşmeler yaptığını ve kendilerini bu örtük güce karşı uyardığını söylemektedir. Greer’in argümanları ortasında en vahim olanı şudur: Bu güce hükmekme konusunda liderler yetersiz kalmaktadır ve pek çok şey bu “saklı güç” tarafından liderlere karşın yapılmaktadır. Parasız, sonsuz güç konusu da bu örtük gücün denetimi altındadır (yani Eisenhower’ın kelamını ettiği askeri-sanayi kompleksinin)
Greer’dan değişik bilgilerle devam edelim ve bir mevzuyu daha açık hale getirelim: Dr. Steven Greer’a göre, dünyamızı ziyaret eden dünya ötesi canlılar ziyanlı değildir ve insanlığa ziyan verme niyetleri yoktur. Tam aksine, akılsız insanoğlunun nükleer silahlar üzere teknolojiler yoluyla dünyayı ve insanlığı yok etmesinin önüne geçmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle, bilhassa soğuk savaş yıllarında bu dünya ötesi canlılara ilişkin uçan nesneler hem ABD’de hem Sovyetler Birliği’nde nükleer tesislerin etrafında daha sık görülmüştür. Hatta, her iki ülkede bu nükleer füze başlıklarının vakit zaman bu dünya ötesi uçan cisimler tarafından süreksiz olarak kullanılamaz duruma getirildiği de kayıtlarda var.
Burada iki sonuç çıkarmak mümkündür: Birincisi, en berbat ihtimalle 1950’lerin ortalarından beri uzaylı teknolojisi insanoğlu tarafından kopyalandığına nazaran bu pak ve sonsuz güç insanlığın hizmetine neden verilmez? Neden insanlık dünyayı, çevreyi ve gökyüzünü kirleten fosil yakıtlara hala bağımlı bırakılır? İkincisi, burada ömür hikayeleri paylaşılan mucitlerin ve daha hikayesi medyada gündeme gelmemiş pek çok mucidin pak, ücretsiz ve sonsuz güç elde etmeye yönelik icatlarının yolu kesilir ve bu icatlar şuurlu ve sistematik olarak baskılanır…
ABD KAPALI HÜKÜMETİ İŞİN NERESİNDE
Amerikan “gizli” hükümeti bu işi baskılamanın içindedir, zira Amerikan derin devleti bu büyük petrol şirketleriyle iç içe çalışmaktadır. Artık hükümdarlar yok lakin büyük karteller var. Bu karteller kendi çıkarlarına ziyan vereceğini düşündükleri yeni teknolojileri çeşitli formüllerle engellemektedirler. Nasıl mı?
Yeni teknolojiyi büyük paralar vererek satın alıp onu kullanmak yerine rafa kaldırıp yok ederler.
Devletler ulusal çıkarlar gerekçesiyle yeni teknolojiyi pürüzler yahut yok eder.
Ulusal güvenlik gerekçesiyle patentlere el koyar
Mucitin önüne mali/finansal problemler çıkarılır
Mucitin önüne peş peşe yasal problemler çıkarılır
Mucit kendi ömrüyle yahut ailesinin hayatıyla tehdit edilir (bu kolay bir mafya taktiğidir)
Bilimsel manipülasyonlar yapılır, bilimsel karşı propaganda düzenlenir
Medyayı satın almak yoluyla icat hakkında haberler engellenir ya da manipülatif, yanlış-kötüleyici haber yapılır
Ulusal ve memleketler arası işbirliği şebekeleri devreye sokulur (The Lost Century belgeselinden)
Amerika’da 2010 yılı sonuna kadar 5351 patente güvenlik gerekçesiyle el konmuş durumdadır. Lakin, “yaşamsal ulusal çıkarlar” muğlak bir kavram. Irak’a müdahale edilirken de Saddam Hüseyin’in nükleer silahlara sahip olduğu palavrası üretildi ve bütün işgal planı bunun üzerine bina edildi. Emsal halde devleti denetim eden karteller açısından ulusal çıkarlar bir ölçü sıkıntılı. Aslında, Irak’ın işgalinde geniş Amerika çıkarlarından çok bu kartellerinin çıkarları kelam konusuydu.
YANLIŞ YOLDA ÇOK GİTTİK, GERİ DÖNEMİYORUZ
Mucitler ve icatlar konusuna bir de farklı bir pencereden bakalım.
Bugün araba ve ağır taşıt sanayisini ele alalım. Amerika, Almanya, Japonya, Güney Kore, İngiltere, İsveç vb. ülkeler bu mevzuda başı çeken ülkeler. Bütün bu ülkelerde araba ve ağır taşıt sanayi hem askeri hem sivil manada yan sanayi de işin içine katıldığında milyarlar, muhtemelen toplamda trilyonlarca dolar fiyatında bir bölümü oluşturuyorlar. Bu yazıda hikayeleri anlatılan mucitlerin icatlarının devreye girmesi durumunda bütün bu ülkelerin temel bir sanayi alanı baştan aşağı değişmek zorunda. Bu dünya iktisadının bir ihtilalle müsabakası demektir. Yaygın işsizlik, işsizlikle birlikte gelen toplumsal ve siyasal gelişmeler bütün dünyada bir ihtilal dalgasının ortaya çıkmasını tetikler.
Aslında ortaya çıkması muhtemel olan bu durum evvelce önlenebilirdi. Vakit zaman başımıza gelir. Yanlış bir yolda çok uzun müddet seyahat ettiyseniz zorunluluklar sizi birebir yolda ilerlemeye zorlar. Dünya artık bu türlü bir noktada. Halbuki, 1930’lardan başlayarak ortaya çıkan ve bu yazıda kelamı edilen icatların dayandığı teknolojiler devreye sokulsaydı dünya endüstrisi öteki bir yolda gelişir, bugünkü içinde bulunduğu çıkmazlara girmezdi. Yani, işin özü, bugün bu teknolojileri ha deyince işler hale getiremeyişimizin ana nedeni geri dönme maliyetinin çok fazla olmasıdır. Bu yazıda bahis edilen karteller kolay kar hırslarıyla davranmayıp bu teknolojileri on yıllar içinde peyderpey devreye soksalardı bugün yaşadığımız açmazı yaşamayacaktık.
Ancak, bu yazıda husus edilen mucitlerin bilhassa elektrik gücü konusundaki icatları vaktinde devreye alınsaydı dünyada yoksulluk daha az olacak, daha az savaş nedeni ortaya çıkacaktı. Bu da örneğin, savaşları bilhassa körükleyen Amerikan askeri-sanayi kompleksinin bu kadar siyasi ve ekonomik güç devşirmesini engelleyecekti.
Diğer yandan, bu yazıda husus edilen teknolojiler şartlar dayattıkça yavaş yavaş devreye sokulmaktadır. Elektrikli arabaların yaygınlaşmasıyla ve bilhassa Çin’in bu teknolojide hakimiyet kurmasıyla birlikte Japon, Alman ve Amerikan arabaları neredeyse 50 yıl yahut daha fazla yıl evvel icat edilmiş devrimci teknolojileri yavaş yavaş devreye sokmaktadırlar. Bugünlerde Toyota’nın suyla çalışan araba üzerinde çalışmalar yürüttüğünü biliyoruz. Tekrar Toyota ve öbür Alman araba devleri otomotivde hidrojen teknolojisini çabucak hemen piyasaya sürecek hale geldiler.
-Youtube’da yeni bir paylaşım var. Haber ve görüntü Rusların plazma motoru geliştirdikleri ve Mars’a gidiş müddetini 30 güne düşürdükleri hakkında. Bu yazının başlarından beri ileri sürülenlere baktığımızda şeytan diyor ki muhtemelen bu teknoloji de sanıldığı kadar yeni olmayabilir de!
Elektrik başka bir başlık. Elektrik çağdaş dünyamızda hem sömürünün hem de yoksulluğun en değerli nedenleri ortasındadır. Giderek artan güç maliyetleri sıradan halkın bütçesinden kıymetli bir meblağı hükümetlerin ve güç monopollerinin kasasına doldurmanın en garantili yolu haline gelmiştir.
Bir an için dünyanın fosil yakıtlarla çalışan arabalar yerine su, hasebiyle hidrojen gücüne döndüğünü düşünelim. Petrol temelli endüstriye ne olacak? Günümüz dünyasında petrol ve petrol eserlerinin girmediği alan var mı? Plastikler, ısıtma, sıhhat ve kozmetik, petrokimya, paketleme, makineler ve ulaşım (asfalt vb.). Petrol ve türevleri, çabucak hemen hayatımızın her alanına yayılmış durumda. Pak, ücretsiz ve sınırsız güç konusunda mantıklı hudutların çok uzağına vardığımız için yeniden dönülmez bir noktadayız.
Zaman dayattıkça geçtiğimiz yüzyılın başlarından itibaren icat edilmiş teknolojiler yavaş yavaş ve sindirilerek insanlığın kullanımına sunulacak. 50 yıl evvel soğuk füzyonu karalayan bilim ve siyasal güçlere karşın medyada Fransa’da, Çin’de ve ABD’de soğuk füzyonun gerçekleştirildiği konusunda haberler duyuyoruz. Bu siyah beyaz televizyonun 1970’lerin başlarında Türkiye’ye gelmesine benziyor! 1960’larda renkli televizyon izlemeye başlayan Batı ülkelerinin demode olmuş siyah-beyaz televizyon teknolojisi Türkiye’ye getirildi. Türk tüketicisine evvel bölümü geçmiş demode teknoloji satıldı, sonra birebir tüketiciye on yıl kadar sonra renkli televizyon satıldı. Tıpkı formda, 1970’lerin Türk kuş serisi arabalarının fabrikaları Türkiye araba piyasası rekabete açıldıktan sonra Mısır’a ve kuzey Afrika ülkelerine taşındı, orada birebir arabaları oraların tüketicilerine satmaya devam ettiler.
1920’lerden başlayarak hikayesini anlattığımız mucitlerin icatları yüzyıl, yüz elli yıl sonra bizi bulacak. Lakin insanlık yoksulluk ve açlıkla imtihan edilmeye devam edilecek.
Şu soruları tekrar edeyim, zira içimde garip kıpırtılar var:
-Erke dönergecine ne oldu?
-Elektrikli traktör konusunda Lider Yol’a neden hala yol verilmiyor?
-Muammer Yıldız komiserin motoru neden piyasayı alıp götürmedi?
-Suyla çalışan arabası üretmek için araba firmalarımız neden yanıp tutuşmuyor?
-Bu soruların devamında şu soruları da dikkatinize sunayım:
-Önder Yol’un elektrikli traktörü bir Türk firması tarafından piyasaya sürülürse New Holland ve John Deere’in üreticisi ülkenin başkanı Donald Trump ekonomimizi zora sokar mı? Başkan Yol bu nedenle mi pek yol alamadı?
-Suyla çalışan araba bir Türk firması tarafından piyasaya sürülürse Almanya, Fransa, ABD, Çin, İsveç, Güney Kore bir ortaya gelip Türkiye’ye ekonomik ambargo uygular mı (tabi alavere dalavere nedenler münasebet gösterilerek)?
-Örneğin, Erke dönergecinin sahibi Erke firması duyurduğu teknolojiye dayalı bir Türk arabasını piyasaya sürse, Türkiye bir anda araba piyasasına toz duman attırır, değil mi? Sanki bu durumda ABD başkanı Donald Trump Türkiye’ye ekonomik ambargo uygular mı? Erke dönergeçli araba yüzünden Almanya, Fransa, ABD, Çin, İsveç, Güney Kore bir ortaya gelip Türkiye’ye fasa fiso nedenler münasebet gösterilerek ekonomik ve siyasi ambargo uygular mı? Bir mikrodalga büyüklüğünde motor konularak her konut bağımsız ve parasız ısıtılırsa hükümetimiz parasız kalır mı, elektrik üretim ve dağıtım şirketlerimiz iflas eder mi?
Görüleceği üzere, iç içe geçmiş, girift halde birbirine neredeyse göbekten bağlanmış bir dünyada yaşıyoruz. Yarış eşit değil. Hiçbir vakit da olmadı. Ülkeler yarışa eşit başlamıyorlar. Trump’ın bir Ortaçağ derebeyi üzere ülkelerin madenlerine, topraklarına ve siyasi egemenliklerine göz dikmesi hayra alamet değil. Büyük olasılıkla dünya dışı varlıkların sahip olduğu teknolojiye sahip olduğunu varsayacağımız Fransa, İngiltere, Almanya ve hatta Rusya bile meyyit taklidi yaparak bu teknolojiyi devreye sokmaya çekinirken adil, eşit ve varlıklı bir dünya için oldukça biraz daha beklememiz lazım galiba.
Nikola Tesla diyor ki: ”Hayatta her şey güç, titreşim ve frekanstan ibarettir. Şayet bunu çözerseniz, her şeyi çözersiniz.”
Tesla’nın bu kelamı, kanıksadığımız bilimin dışında yeni bir bilim paradigmasının da yolda olduğunun işaretini veriyor.
Kısacası, her manada esaslı bir ihtilal periyodunun çabucak öncesinde olduğumuz neredeyse kesin üzere.
Prof. Dr. Hasan Şimşek
More Stories
Almanya’da seçim zamanı.. AfD ve rakipleri karşı karşıya.. Berlin Duvarı geri geldi